İmam Cafer-i Sadık ve Eseri BUYRUK

 İMAM CAFER-İ SADIK





Adı Cafer Unvanı Sadık (doğru, gerçek dost)... babası İmam Muhammed Bakır. Annesi Ümmü Ferve. Doğum yeri ve tarihi: Medine, 699 Çocukları. İsmail, Musa, Kasım, Muhammed, İshak ve Fatıma'dır (5/ erkek, 3 kız).. İmam Abbasi halifesi Mansur tarafından 765 te Medine de zehirlenerek şehit edilmiştir.. Türbesi Medine'dedir. İmamet Süresi 34 yıl. 6. İmam'dır.


İmam Caferi Sadık Hz.Peygamberin altıncı torunu ve torunların içinde en çok ilim sahibi olanıdır. İmam Hambeli, İmam Maliki, İmam Azam, İmam Şafi dört mezhebin kurucularıdır. İlk üç mezhebin kurucuları ilmini ve feyzini İmam Caferi Sadık’tan almıştır. Harun Reşit bu imamlara mezhep kurmalarını söyleyince hepsi; ” İmamlık Caferi Sadık’ın hakkıdır. Çünkü peygamber torunudur. O bizim hocamızdır, demişlerse de Harun Reşit sayesinde yıllarca bu ünvanla anılmışlardır. 


Alevilik konusunda bilgi yönünde  en ileri seviyede olduğundan, kendisinden sonra gelen Ehlibeyt yanlılarına en sağlam bilgileri o ulaştırmıştır. Bu işi o kadar iyi  sistemleştirmiştir ki, koyduğu ilkeler Aleviliğin yasaları haline gelmiştir. Zamanla fikirleri o kadar gelişmiştir ki Caferilik diğer İslam mezhepleri arasında ayrı bir yer işgal etmiştir.


Alevilik esaslarını o kadar mükemmel düzenlemiştir ki, İslamiyet’in kabulünden sonra Anadolu’ya gelen Türk boylarının büyük bir kısmı kendi inanç ve törelerinden taviz vermeden.. Arap ve fars kültürü içinde asimile olmadan İslama dahil olabilmiştir.  İmam Cafer-i Sadık,  Ceddi Muhammed Mustafa ve Hz. Ali gibi, Arap emperyalizmini ve egemenliğini değil,  İslam'ın gerçeğini ve özünü yayan olmuştur.


Yani bu mezhep, Türklerin birlikte getirdikleri Türk diline, Türk müziğine, Türk dansına, Türk şiirine vs. hiç engel olmamıştır.


Maliki Mezhebi’nin kurucusu Malik Bin Enes’in:


“...Üstünlük, bilgi, ibadet ve takva bakımından İmam Cafer’den ilerisini ne bir göz görmüş, ne de bir kulak duymuştur....”


sözü kayda değerdir...


İmam Cafer-i Sadık' in Alevi - Bektasilerce en çok bilinen eseri  BUYRUK'tur.


 Kitabın küçük ve büyük olmak üzere ve erdebil nüshası olmak üzere bir kac sekli vardır. Ama genel olarak, içerikleri aynıdır.


Kitap Alevi erkanını , Peygamber'in Miracını, "Kırklar Cemini" "SEMAHI" anlatmaktadır. Özellikle kitapta bir yer var ki bu kısmı her alevinin okumasını tavsiye ederim. KİTABIN "RIZA ŞEHRİ" kısmı , aleviliğin oluşturmaya calıştığı ütopyayı içermektedir. İlginc olan sey ise Karl Marx'ın Das kapital'inin deki komünizm aşamasıyla büyük benzerlikler göstermesidir. Ayrıca kitap, batının yüzyıllar sonra keşfettiği "hümanistik" düşünceyi ortaya koyan enfes bir eserdir.


=RIZA ŞEHRİ=


" Bir zamanlar bir sofu dünyayı gezmeye çıktı. Bir gün yolu bir şehre düştü. Bu şehir şimdiye dek gördüğü şehirlere benzemiyordu. sabah saatinde herkes işine gücüne gidiyor, sessizlik içinde yaşam sürüyordu. Sofu şehrin bu düzenini görünce şaşa kaldı. öyle ki birisine yaklaşıp bir şey sormaya cesaret edemedi. karnı acıkmıştı. şehri gezerken bir fırın gördü. Ekmek almak için içeri girdi. Fırıncıya para uzatarak ekmek istedi. ama fırıncı hayretle paraya baktı:


-Bu ne bu? Biz bunu kaldırmak için yıllarca uğraştık, Büyük savaşlar verdik. Anlaşılan sen RIZA şehrinden değilsin. Dünyalı olmalısın, dedi.


SOFU: Evet bu şehirden değilim, diye karşılık verdi.


FIRINCI: Hele belli oluyor. Dur, öyleyse seni görevlilere teslim edeyim. Onlar seninle ilgilenirler. bizim şehrimizde para pul geçmez dedi. Görevliler önce kendi aralarında bu sofuyu ne yapacaklarını tartıştılar.


İÇLERİNDEN BİRİ: Meclise götürelim ulular karar versin dedi. Diğerleride bu görüşe katıldılar. Bunun üzerine tümü meclisin yolunu tuttu. Yol boyu sofu düşünüyordu. İçinden "paranın gecmediği bir şehir. Görevliler. ulular meclisi, şimdide büyük ne görkemli yerdir gör ulular meclisi diye" kurdu. neyse bir süre yürüdükten sonra divana vardılar.Ama sofu bu kez de şaşa kaldı. Çünkü divan denen bu meclis hiç de düşündüğü gibi büyük ve göz kamaştırıcı değildi. Düşündüğünün tam karşıtıydı. Bir sessiz köşede küçük bir yapı idi. Yerlere basit kilimler serilmişti. Ak sakallı ulular bağdaş kurmuş kentin sorunlarını görüşüyorlardı.


Görevliler Uluları Selamladıktan Sonra :


"Bu Dünyalı şehrimize girmiş. Acıkmış, ekmek almak için bir fırına girmiş. Fırıncıya para vermeye kalkmış. Bunun üzerine fırıncı farkına varıp bize teslim etti. ne yapalım?" diye sordular.


ULULAR.


" Bunu neden buraya getirdiniz? Törelerimizi biliyorsunuz. Onu konakta bir odaya yerleştirin, aşevine götürün, gerekeni yapın! diye buyurdular.


Bunun üzerine görevliler sofu ile birlikte geri döndüler. Önce bir aşevine götürdüler. karnını doyurdular. Sonra kentin konukları için yapılmış konağa götürdüler. Bir odaya yerleştirdiler.


Sofuya kentte ne yapması, nasıl yaşaması gerektiğini anlattılar.:


"Burada para pul geçmez, Burası Rıza şehridir. Rızalıkla her istediğini alır, her istediğini yaparsın" dediler, yeterki rızalık olsun. "bunu unutma" diye uyardılar.


Sofu konaga yerleşti, gezip dolaştı. Rahatı yerindeydi. İstediği yerde yiyip içiyordu. Bir kaç gün sonra eşyalarını topladı. Şehirden ayrılıp yola koyulmak istedi. Ama görevlileri Karşısında buldu.


GÖREVLİLER:


--"Gidemezsin!" dediler. "Bu şehir Rıza şehridir, adı üstünde. Sen buraya rızan ile geldin. Bizde sana yiyecek ve5rdik, yatacak yer sağladık. bu şehirde kaldığın sürece bizden razı kaldın mı?


SOFU: "-- Kuşkusuz razı kaldım, sağ olun! " diye karşılık verdi.


GÖREVLİLER: "Şimdi bizim de senden razı kalmamız gerek. bu yiyip, içip yattığın günler için çalışmalısın


SOFU: "-- O ki töreniz böyle çalışayım" diye kabul etti.


Görevliler sofuya yapabileceği bir iş verdiler. konakladığı odadan alıp daha büyük bir eve yerleştirdiler. Artık o da Rıza şehrinden bir adam olmuştu. Her sabah işine gidiyor, akşama dek çalışıp evine dönüyordu. Yavaş yavaş dost, arkadaş edinme çabasına girişti. Ama her kiminle konuşmaya başlasa ilk sorulan "Sen dünyalı mısın?" oluyordu. Bu şehrin insanları kavga, çekememezlik, kendini beğenmişlik gibi tüm kötülüklerden arınmışlardı. Böylece gün geçti ay geçti. Sofu şehri iyiden iyiye sever oldu. Dünyayı gezme düşüncesinden vazgeçti. Bu şehirde kalmaya karar verdi. Ama hala yanlızdı.


Bir gün yakın bulduğu bir arkadasına açıldı:


"-- Sizin bu şehirde nasıl evlenilir, ne yapılır diye sordu.


ARKADASI: "-- Şehrin ortasındaki bahçe var ya, işte orda her cuma günü tanışmak dost edinmek isteyenler toplanır. Gençler gelirler. Herkes orda beğendiği anlaştığı biri ile evlenme yolunu arar. Orda tanışırlar. Anlaşırlarsa evlenirler" dedi.


SOFU: Cuma günü söylenilen bahçeye girdi. Kocaman bahçe tıklım tıklım doluydu. türlü giysiler içinde genç kızlar kelebek gibi dolaşıyorlardı. Birbirini beğenip anlaşanlar uzaklaşıyorlardı. Anlaşamayanlar ayrılıp başkasına yaklaşıyorlardı. Sofu olup bitenleri bir süre hayranlıkla izledi. Sonra kanının kaynadığı bir kıza yaklaştı.


Ama O Bacının ilk sorusu:


"--Sen dünyalı mısın? " oldu.


Sofu aylardan beri hep bu sözü duymaktan iyiden iyiye bıkmıştı.


"-- Evet Dünyalıyım. Ne olacak?" diye karşılık verdi.


BACI: "--Davranışlarından hemen belli oluyor. Ama alınma, zararı yok. O ki beni kendine eş seçmek istiyorsun, bu konuda bende sana yardımcı olurum, davranışlarını düzeltirsin" dedi.


Bacı ile sofu anlaşmaya niyet ettiler. İşten artan boş zamanlarda buluşup konuşuyorlardı. Sofu bir keresinde bacı ile buluşmaya giderken yolun kıyısında kocaman bir nar bahçesi gördü. bahçenin ne duvarı, ne bakçisi ne koruyucusu vardı. Hemen bahçeye daldı. Kimse görmeden bahçeden bir kaç nar topladı. Yakalanırım korkusu ile ivedi davranıp ağacın bir kaç dalını kırdı. Ama ne kimse geldi, ne de sordu. Sofu narları toplayıp bacı ile buluşacakları yere gitti. Henüz bacı gelmemişti. Narları tabağa koydu. Masanın üzerine yerleştirdi. Bacının gelmesini bekledi. Nitekim bir süre sonra bacı geldi. Ne var ki narları görmesine karsın hiç ilgilenmedi. Oysa sofu bacının narları görüp ilgilenmesini, sevinmesini bekliyordu. Bacı her zamanki gibi yerine oturdu. O zaman sofu dayanamadı. Bacıya narları gösterdi.


BACI: "Bunları nerden aldın?" diye sordu.


Sofu narları nerden kopardığını söyledi. Bunun üzerine


"-- beni düşündüğün için sağ ol. Ama o bahçenin yerini, varlığını ben de biliyorum. Canım isteseydi gidip ben de alabilirdim. Şimdi benim canım istemiyor. Bu narlar burda boşuna çürüyecek. Başkalrının hakkını boşuna çürütmüş olacağız. gelirken öğrendim. Narları kopartırken bahçeye bahçeye de bir sürü zarar vermişsin. oysa daha dikkatli davranıp bahçeye zarar vermeyebilirdin. Burda kimse senden birşey kaçırmıyor ki... Bunca süredir Rıza şehrinde yaşıyorsun. Bu şehirde rızalıkla her şeyin serbest olduğunu bilmeliydin. Şimdi anlıyorum, sen bu şehre ayak uyduramayacaksın.


Bunları söyledikten sonra bacı sofuyu bırakıp gitti. Görevlilere söylemiş olacak ki, görevliler sofunun yaptıklarını divana bildirdiler. Divan sofunun durumunu tartıştı. Sonunda sofunun Rıza şehrine uymayacağına karar verdi. bunun üzerine görevliler Dünyalı sofuyu şehirden attılar


Şimdi Bu olay kulağınıza küpe ola!


Rıza üç türlüdür.


BİRİNCİSİ: Kişinin kendi ile rızasıdır.


İKİNCİSİ: Toplumla rızasıdır.


ÜÇÜNCÜSÜ: Kişinin tarikatla rızasıdır. ( Alevi erkanına göre yola giriş, islamiyeti kabul -ikrar verme- rıza iledir.)


DERLEYEN : Serkan HORUZ

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Celal Abbas Ocak Tarihi Secereler-2( Erzincan/Kemah/Çağlayan/Kalecik)

CELAL ABBAS OCAĞI SECERELER-4 ( ERZİNCAN KİŞTİM)

Celal Abbas Ocak Künyesi/Seceresi-1-